Birçok insan, kâinatta yaşam sürmenin, sonsuz nimetlerden faydalanmanın bir lütuf olduğunu unutuyor.
Şükredenlerin sayısı azaldıkça, şikâyet edenlerin sayısı hızla artıyor. Akraba, eş, dost ve yakın çevremizden başlayarak, toplumu oluşturan insanlarımız gelişen olaylar, ilişkiler, zihin dünyamızda oluşan, dilimize söz olarak hayat bulan düşünceler karanlık bir dünya, karanlık bir ayna yansıtıyor.
Çevremize baktığımızda, biraz derin düşündüğümüzde, her şeyimizle, baştan aşağı bizi ve her şeyi ’Yaradan’a borçlu olduğumuzu anlarız. Aldığımız her nefes, içtiğimiz her damla su, gördüğümüz her renk, bizi besleyen toprak ve yalnızlığımız paylaşabildiğimiz her dost bize sunulan bir nimettir.
Her biçimde hayatımızda olduklarından, yokluklarını bilemediğimizden belki de alıştığımızdan kanıksadığımız nimetlerdir. Hep daha fazlasının istediğimiz için de üzerinde durmayız, varlıklarına şükretmeyiz.
Bu lütufların Allah’tan geldiğini tam olarak idrak eden kişi, borcun altında ezilmek istemez. Karşılığını ödemek için çabalar sarf eder.
Ödemek ise, tüm canlıları sevmek, maddi, manevi ihtiyacı olanlara yardımı esirgememek, el uzatmak, güler yüzle yaklaşıp tatlı dille hitap etmektir.
Şükür, iyilik edenin, nimet verenin kıymetini bilip bunu yaşamında sevinç ile huzur ile çevresine sunmaktır. Her türlü nimetin gerçek sahibinin ALLAH, olduğunun şuuruna varmaktır.
Yer ve gök ve denizler hatta yeryüzünün derinlikleri insana sayılamayacak bereketler ile donatılmıştır. Bunun yanı sıra insana akıl ve düşünme gibi üstün yetenekler verilmiştir.
Şad-i Şirazi, ‘’İnsan her nefesinde Allah’a karşı iki şükür borçludur’’ der.
Çünkü bir soluk alıp vermekte hayatının iki kez bağışlayan can veren Allah’tır. Ona dil ile şükredebiliriz ya da adını anarak, nimet sahibi olduğuna inanarak, derinden iman ederek kalp ile şükredebiliriz.
Mevlâna şöyle demiştir.
‘’Nimete şükür nimetten hoştur’’
Sözünün hatırlayarak, bizi şükürden alıkoyan, toplumsal bir alışkanlığımız olan dil günahı ‘’şikâyeti” insanı bir zaafımız olarak kabul etmek durumundayız.
Kaldı ki ‘’Dilim beni dilim dilim etti” halk deyişimizden yola çıkacak olursak eğer, günümüzün en yaygın ve bir o kadar ruhu zehirleyen yaklaşımıdır şikâyet etmek.
İnsanoğlu çoluğu, çocuğundan, komşusundan, geçmişinden ve geleceğinden, işinden, kazancından hiçbir şey bulamaz ise kendinden şikâyet etmeyi adeta huy edinmiştir.
Oysa şikâyet bir anlamda, akıl eksikliği, bakış körlüğüdür. Kolaya kaçmak, aczimizi ortaya koymaktır.
Daha geniş bir açı ile diyebilirim ki;
Beceriksizliğimize, tembelliğimize, bilgi eksikliğimize, okumama alışkanlığımıza ve en kötüsü düşünme tembelliğimize kılıf bulmaktır.
Bir yerde şikâyet demek, Allah’a isyan etmektir.
Şikâyet ne kadar karamsar olmaksa,
Şükretmek o denli iyimser olmaktır.
Şikayetçi, karamsar insanları, doymak bilmeyen nefislerini, oluşturdukları olumsuz tabloyu ancak şükreden insanların iyiliği, hayrı, sevinci ve sevgisi tedavi edebilir.
“Tedavi” kelimesini özellikle yazıyorum çünkü şikâyet ve şükretmemek her gün biraz daha hastalık boyutuna tırmanmaktadır.
Şikâyet insanı Allah’tan ne kadar uzaklaştırıyor ise şükür o kadar yaklaştırır.
Şükrün tam tersi, şikâyet beynimizi, gönlümüzü ve bedenimizi tümüyle olumsuz enerji adeta manevi zehir ile doldurmaktadır.
Bu nedenle;
“İnsanlığın huzuru, mutluluğu ve geleceği için, Allah’a daha yakın olması adına hangisi daha hayrımızadır?” diye soracak olsanız, cevabım hiç tereddüt etmeden ‘şükür’’ olur.
Yazımın başlığını tamamlayarak noktalayacak olursam;
Şükür bir kuş gibidir, gönlüne konduğu yerde kalır!
13.05.2024 16:02